Bulut Kıraathanesi'nde Günce


"İç, kalk git" konseptli mekanlarda çay içmenin verdiği mide kasıntısı, bu gibi mekanlarla bütün alakamı kesmeye yetiyor. Güzel bir dost ile tatlısı güzel bir mekana gitmiştik. Her türlü övgünün yetersiz kaldığını ifade etmek, ben gibi övmeyi beceremeyen bir zat için zor olsa da hakkı iade eder bir tavır olacak. Gel gelelim ki boğaz harbi bitmiş, tatlılar yenmiş ve çay faslı gelmişti. İlk yudum ve o "iç, kalk git" mendeburluğu. O günden beridir, hiçbir dostun güzelliği beni o tatlıcıya götürmeye muvaffak olur mu? Sanmam. İkrah getirmek bu olsa gerek.

Çay edebiyatına reverans yapacak değilim elbette. Doğrusunu söylemek gerekirse -ki bu deyim Türkçedeki en küstah, en adi, en rezil deyimlerden biridir- çay ile aramda mesafeli bir ilişki var ve bu ilişki, beni dahaca seçici olmaya sevk ediyor. Çay, dost meclisinin alternatifi olmayan katığıdır sadece. Buraya gizli bir özne yerleştirmek, beni çaykoliklerin hışmından korumaya yetecek mi, bilinmez.

Öte yandan, maharetiyle meşhur Türk kadınının herhangi bir kıraathane çayı içmeksizin bu denli çay düşkünü oluşuna makul bir gerekçe bulmakta zorlandığımı daha fazla gizlemeye lüzum duymuyorum. Anne çayı şöyle dursun, iki bahtiyar aşığın o mesut yuvasında maşuk eliyle demlenmiş çay bile, kıraathane çayının yanında şebeke suyu kalacaktır. Çay konseptli mekanlardaki karbonat kokulu çayların, hafif sıkletteki buluşmaların ağır çenebazlığı ardından kuruyan ağızları ıslatmaktan başka bir hazzı ve memuriyeti olduğunu da sanmıyorum.

Dergâh çaylarına bakalım önce. Bu çaylar, aşırı maneviyat yüklemesinin hararetini gidermek vazifesini ifa ettiğinden midir bilinmez, bir bardakla yetinilmeyen ve uzun yudumlarla dibi getirilen çaylardır. "Sofii! Çay çek."

Çay ocakları ise hasır iskemlenin getirdiği ağır başlığılığın hasbiliği ile çaya ihdas ettiği "erlik şebnemi" endamını göğüslemekte pek mahirdir. Orada dirseğini alçak masaya koyanlar 'efkar'ın engin duruşunu, sağ eline 33'lük tesbih alanlar ise 'delikanlı'lığın dışa yassı taslağını ihtiva eder. Ocakların hususiyeti ise; hiçbir vakit bardak; son yurdumun ardından çay tabağına narince konmaz. "Muhtar! Tazele."

Kıraathane çayları ile kumarhanelerin penceresiz oluşu arasında esrarlı bir benzerlik olduğunu vehmediyorum. Kıraathaneler, tüm iğrençliğine rağmen (tütün kokusu, taş sesleri, adi kahkalar ve fütursuz bağırmalar ilh..) çayındaki haysiyet ile tüm menfi atmosferi bir celsede kotarıyor. Bahse mevzu olan kıraathaneler, elbette bahçesi olan kıraathanelerdir. Yine de ifrat boyutundaki bu haysiyete rağmen, aydın Türk gençleri dergâh ve çay ocağı çaylarında ısrarcı olmalıdır.

Bulut Kıraathanesi benim için hususiyet arz ediyor. Yılın 9 ayında üst katı kapalı olan bu iki katlı kıraathane, çoğu kez misafirlerimi ağırladığım ve illegal toplantılarıma mekan ettiğim yer olarak geçiyor kayıtlara. Kira bedeli ödemeksizin ikinci katını yazıhane olarak kullandığım bu mekandaki çay, mapusluk görmüş -ismini zikretmeyeceğim- ağabeyimizin kahırlı elleriyle demlendiğinden midir bilinmez, gizli bir tiryakilik raptediyor damağıma ve dimağıma. Rize dahil birçok vilayette çay içmiş biri olarak, Bulut Kıraathanesi'nde çay içmemiş birinin çayseverliğini sorguya açık bir hadise olarak görüyorum. Elbette seylan düşkünleri, çobanlar ve ehl-i semaver bu bahse dahil değil.


Oğuzhan Âsım Güneş 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mücadelenin Dönüşen Hikayesi : "Şahit ama Gaip"

Dünün Güncesi

Sarkaç