Mücadelenin Dönüşen Hikayesi : "Şahit ama Gaip"

 

 İnsansak ve insan kalmak istiyorsak mücadele etmek zorundayız. İnsan olmayı dert ediniyor isek derdimizin dermanı insan olmanın asgari şartlarını teminle mükellef olduğumuzu ikrar etmektir. İkrarımız kalbimizle ettiğimiz tasdikin bir aks-i sedâsı değilse çoktan “insan” olmaklıktan kopmuşuz demektir. “Özü sözü bir” diye vasıflanan insanların bu vasfa sahip olmaları, bu vasfı haketmelerinin sebebi kalp ile tasdik ettiklerini dil ile ikrar etmeleri, bir şeyleri gizleme yoluna girerek çeşitli hilelere, göz boyamalara başvurmamalarıdır. Bugün içinde bulunduğumuz dünya (bir mekan olmaktan çok, zamanın ruhuna sinmiş, üzerini kaplamış anlayış bütünlüğü olarak dünya) özümüzü yıpratmak, sözümüzü muğlak kılmak, sözümüzde izhar olan özün altını oymakla kaim olabilen bir dünyadır. Bu dünyada insanın özünün ve sözünün bir olması, fertte akseden bu birliğin bir cemaate ardından cemiyete sirayet etmesi bu dünyanın ayakta kalmaklığını en çok tehdit eden şeylerden biridir. Dürüstlük dediğimiz şey doğrulukla alakalıdır ve doğruluk fıtrattan âri bir şey değildir. Yani insanın özünün ve sözünün bir olması onu dürüstlüğe, dürüstlük doğruluğa, doğruluk fıtrata, fıtrat ise İslâm’a götürür. Bu yazının özü; yolu İslâm’a çıkmayan bir şeyden tütecek olanın selamet değil felaket olacağı ihtarı; bu dünyadaki insan fertlerinin, hususen Müslümanların ise an be an her şeye şahit olmalarına rağmen “gaip” gibi davranmalarının teşrihidir.

 İnsanın bir mücadeleye girişmesi, bir mücadelede akması, bir mücadeleyle yolunu sürdürmesi ve bir şeylerin şahidi olması, peşi sıra ise bu şehadet dolayısıyla rahatsızlığını izhar etmesi “şahit” olduğunun  tescilidir. Böylelikle şehadetinin kabulü onu belli bir tavra büründürebilir. Yani bir şeyden haberdar olunmadan o şey hakkında tavır almak mümkün değildir. “Görmezden gelmek” ifadesi ise “şahit ama gaip”liğin veciz bir ifadesidir. Bu “görmezden gelme”nin altında ya bir güç yetiremeyiş, şahit olunduğunun ikrarı anında zora düşüş, yahut bir yakınlıktan doğan  gevşeklik söz konusudur. Bu gün ise içinde bulunduğumuz dünyada Müslümanların ekserisinin hali şahit olunan şeylere şahit olmamış gibi yapmakla malul vaziyettedir. Bugün Müslümanlar “özü sözü bir” olmaklığı kendilerine dert edinmemişlerdir ve bu hasletin insan olmanın asgari şartlarından biri olduğu hususu onları ilgilendirmemektedir. Çünkü anlamın kopuşuyla ortaya çıktığı üzere insan fertlerinin ufuk olarak tesbit ettiği ve bu uğurda hayatlarını idame ettirdikleri bir idealleri, gayeleri yoktur. Modern dünyanın kurucuları idealist ve gayeleri uğrunda bütün hayatlarını sarfeden isimler olmasına karşın bu dünyanın ayakta kalması insan fertlerinin bu gaye ve ideal anlayışından uzak kalmaları yoluyladır. Çünki bir şeyleri dert edinmenin getirdiği ızdırap insanı sürekli “iş”e koşar ve fert faaliyet alanını sürekli genişletmek niyetiyle yolda olur. Ki insanın şerefini ve insan olmaklığını yükseltmesi “kendi”lik sorunlarıyla yüzleştikten sonra “kendi” sorunlarını cemiyetin sorunları karşısında kenara itmesi, cemiyetin sorunlarını “kendi”leştirerek bir hayat sürmesi yoluyla mümkündür. Bir toplumun ihtiyacı olan ruh bu anlayışta gizlidir. Elbette toplumun hepten böyle bir anlayışla mücehhez olması ne mümkün ne de beklenilir bir husus değildir. Kalabalıklar her daim akmaya müsaittir ve o kalabalıkları “cemiyet” olma şuuruna eriştirecek kıvamda tuttuktan sonra daire tamamlanır. İnkılabın sırrı da biraz burda gizlidir.

 Mücadelenin hikayesi dönüşmüş vaziyettedir. İnsan fertlerini harekete geçirici muharrik etkenler “yok” sayıldığı müddetçe de bu dönüşüm (tağyir manasında dönüşüm) şu anki halini koruyacaktır. Tahrik olmayan, harekete geçemez. Tahrik olmak için ise bir takım hassasiyetlerin sivri bir şekilde, dokunulmaz kılınması gerekir. Bugün bu topraklarda en az on asırdır câri olan ve mayasını karan anlayışın verdiği hassasiyet tağyire uğramış vaziyettedir. Müslümanlığın içi boşaltıldıktan, modern dünya için bir tehlike arzetmez hale bürünüldükten sonradır ki bu toprakların kıymeti de elden gidecektir. Yoksa başörtüsünü başına geçirmiş birisinin çeşitli sapkınlıklara “özgürlük” diyerek destek vermesi işten bile değildir. Yahut sünnet-i seniyyeye mutabık bir kıyafet giyildiği halde İslama muhatap anlayış davasından da, bu toprakların ölçüleriyle oynanmasına karşı çıkılmasından da nasıl rahatsızlık duyulabilir? Bugün hal-i pür melalimiz “şahit ama gaip” olmaklığımız dolayısıyladır. Şehadetimizi kaybetmek, gaip gibi davranmak bizim için normalleşmiş vaziyettedir. Mücadelemiz dönüşmüştür. Bu dönüşüm bir şeyden başka şeye dönüşmek anlamında değil, ortadan kalkmak, yokluğa kalbolmak manasındadır.

 Kıyafetlerimizle modern dünyaya başkaldırdığımızı iddia etsek de (ki bu da esasen çok az seviyededir) başımızda şapka vardır. Şapkayı önümüze koymanın vakti gelmiştir. Şapkayı önümüze koymak başımızın üstündekinin “biz”den olmadığının, zamanla bizi dönüştürdüğünün farkına varmanın yolunu açacaktır. Şahit olduklarımızı ikrar ederek, gaip olmadığımızı, içinde bulunulan zamanın da, mekanın da bizi ilgilendirdiğini aksettirmek boynumuzun borcudur. Bu dertle dertlenmeyenlerin bu derde düçar olmaktan şeref duyanlara tavsiyelerde bulunması bizi endişeye kaptırmasın. Olan olmuştur ve olacak olan da olmuştur. Yeter ki biz bu oluşta nerede bulunduğumuzun farkında, “oluş”un hakkını vererek yolda olalım.

FATİH TEKİN

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünün Güncesi

Sarkaç